Sohbet, maide yâni Hakk sofrası dır. Bu sofra gayb âlemi nden gelir ve meydanda görünmez.
Sohbet , en büyük mânevi ikrâmdır ; " Cûd" dan gelen " Vecd " halindeki " Vav "dır ve tecelli eder.
Sohbet, iç âlemdeki gezintilerin ifadesidir. O gezilen yer ve makamların kokusu, duyguları ve hassaları sohbete yansır. Sohbet edilirken, çoğu kez sohbet eden, kendinde değildir.
"Sohbet dinlemek", el tutup "âb-ı hayat" içmek demektir .
Sohbetler, âyât-ı müteşabihat 'tandır ; benzeri olur ama, asla aynısı olmaz.
" Ashâb ", sohbet duyan, sohbet dinleyen demektir.
Mânâ âlemine ait sohbetler, hemen herkesi çeker ve " Sükûnet "e sevk eder.
Günümüzde her kes, çilede olduğu için, müridleri çileye sokmaya gerek yoktur.
Artık , "Şeyhlik ", " Dervişlik " gibi kavramlar tarihe karışmıştır ve insânda aranan sadece ve sadece " İnsânlık " olmuştur.
İnsânın yükselmesini engelleyen iki şey vardır ki bunlar, " Şehvet " ve " Gazâb "tır.
En zor vaz geçilen, dünyevi iki şey var : " Cân" ve "Mal " ; en zor vazgeçilen mânevi iki hûy var : " Öfke" ve "Şehvet ". Gazâb'ı orta düzeyde tutmak " Şecaat " ; şehveti orta düzeyde tutmak, "İffet " ; cânı Allah yolunda vermek " kûrbet " ; malı Allah yolunda harcamak ise " Zenginlik " vesilesidir.
İnsân kimseyi yüzüne karşı methetmemelidir. Çünkü, metheden, karşısındakinde, kendisini methetmiş olur.
" Ancak Allah'a temiz bir kalble gelenler . (26/89)"
Bu işin esası " zevke ermek "tir.
Tahakkuk dediğimiz şey, kalb'te ama, kalb dediğimiz et parçasında değil, insânın kafasının içinde olacaktır.
" Tesbih ", yüzmek demektir, boncuk çekmek değil.
" Vecd hâli ", tıpkı cinsel temasın doruk noktasında hissedilen duyguya benzer ama, ondan çok daha şiddetli bir histir.
" Vicdân", hâlet-i vecd 'ten gelir. Cûd, varlık ; Vücûd, o varlığın bilinmesi ; mevcûd ise bu âlemde, o varlığın görünmesidir. Mevcûdu bilmek için, " Vecd " geçirmek lâzımdır.
" İstiğrâk ", kelimesinin anlamı ; insânın kendi dünyasında " Gark " olmasıdır.
Allah bir isimdir . Zuhûren de bütûnen de, esâs olan "İnsân-ı Kâmil"dir . Çünkü, kemâlât ın eğitim yöntemi, "Kelâm "dır. O kelâm, olmasa, kemâlât ortaya çıkamaz.
Rûh 'u " Teshîr gücü "ne sahip olmayan kimseler, ilimde kalmış demektir ve " İnsân-ı Kâmil " olarak kabul edilmezler.
" Mec'ûl " yapmacık demektir ve " Ceal " kökünden gelir ; " İlâh-ı mec'ûl ", bir nevi sun'i, tasavvuri ilâh anlamındadır.
"İnsân-ı Kâmil ", hem olgun insândır hem de, aşırı sâflığı dolayısıyla, "Çocuk " gibidir. Bu nedenle de, herkes O'nda kendinden birşeyler bulur ve O'na sevgi duyar.
" Tevacûd "un ucu, Cûd 'a dayanır. Cûd, bâtıni ve zahiri bir "tohum "dur. Bu tohum, "Varlık" demektir ve Vücûd'a "Sücûd " eder ; Vücûd'un insândaki belirişine de "Vecd " denir. " Hâlet-i Vecd ", Allah'tandır ve insânda, vasıtasız olarak tecelli eder.