Dördüncü Kitaptan Seçme Tümceler
Tevhid den amaç, neş'eyi ulâ yı bulmaktır. " Neş'e-yi Ulâ ", ayân-ı sabite 'deki saf ve katışıksız neş'e 'ye ulaşmak demektir.
Tevhidin, biri dışta biri de içte olmak üzere iki püf noktası vardır. Dışta olana ef'âl , içte olana sıfât denir. Ef'âl ve sıfâtını iyileştiren kimse, insân olmaya adaydır. Çünkü artık yaptıklarından ve düşündüklerinden mutludur râzıdır... Zât'a kadar olan mertebeleri çok iyi zevk etmek lâzımdır. Gerisi kendiliğinden gelir.
Tevhîd kadar zevkli bir felsefe yoktur. İslâm felsefesi, diğer tüm felsefelerin özü ve özetidir. İçli dışlı kâinat felsefesi, " islâm felsefesi "dir. Diğer felsefeler tekmillenmediği için eksiklikleri vardır. Onların kimi " ikileme "de, kimi " üçleme "de kalmıştır. İslâm " Dördü " birleştirdiği için, felsefeyi tekmillemiştir
Tevhîd nokta-i nazarından, Bir Allah ile Bir İnsân 'dan başka, tüm görünenler " süs "tür... Hüvel Bâtın Allah, Hüvezzâhir ise İnsân'dır .
İdris (Hermes), çok bilgiliymiş onun için semâ 'ya yükselmiş deniyor. Her insân bilgisi oranında yükselir... Zâten " mirac " denen olay da budur.
Ölüp dirilme dediğimiz, bir genişleyip bir daralmadır ve buna da " Ebedi Hayat " denmiştir ; sırf ölmek ve sırf dirilmek yoktur.
İnsânların, tevhîd ilmi nin tahakkuku için yaptıkları çalışmalar ve aşamalara " Seyr-i Sülûk " denir. Sülûk 'e girenlerin, gelişim esnasında, her mertebede, değişik düşünce ve hûy sahibi olmaları, eski mutasavvıflarca, " Semâ " diye isimlendirilmiştir. O safhadaki " fikri aydınlık "a o semâ'nın " Güneşi " denmiştir.
Tevhîd bilen için " Zevk ", bilmeyen için ise, " Dert "tir.
Bu yolda bir âlem vardır ki, oraya ne melek, ne de başka bir şey girebilir ; buralar zevk edildiğinde, en güçlü dünyevi zevk olan " Şehvet " bile, bunun yanında, sönmekte olan bir mum ışığı gibi kalır. İşte " Tevhîdî Zevk " denen de budur. Bu zevke varabilmek için, " Letâfet Âlemi " ne geçmek gerekir. Bu geçişte " Şehvet ", büyük bir perde oluşturur ve " Şehvet Perdes i"ni aşmadan " Letâfet "e geçilemez.
Mürşîtin bakışlarında, "Feyz-i Mukaddes" denen, görünmez bir nevi Lazer ışın ı vardır. Bu, Mürşîte, "Feyz-i Akdes" olarak gelir ve ondan, "Feyz-i Mukaddes" olarak çıkar. İşte, " Huzûr-u Cemâl " denen mesele budur.
" Ehl-i Tevhîd " olabilmek için " Şüphe "den kurtulmak gerekir.
Kimi " Zühd " yolundan, kimi aşk yolundan, kimi sâfiyet ten, kimi fedâkârlık yolundan, kimi cömertliğinden bu daireye dahil olur.
Ehl-i Tevhîd , insânları birleyen kimse demektir. Bunu ispat için de,birbirine yardım edip, birbirinin ihtiyaçlarını giderirler. Bunu yapmayana "Ehl-i Tevhîd" denemez.
Ehl-i Tevhîd olanlar, istedikleri taktirde, kendi çevrelerinde bir cennet oluşturabilirler. Bâzıları bunu kendi muhitlerinde gerçekleştirmişlerdir. Örneğin, Mevlâna, kendi câmiasında, musiki ve semâ 'yı, ibadet vasıtası hâline getirmiş ve kabul ettirmiştir.
" Tevhîd", "sevgi"den ibârettir.
Kişi " tahakkuk " ettikten sonra, " Sohbet "ten daha fazla zevk almaya başlar.
İnsânda bir " korku " vardır ki, bu bizim anladığımız mânâda bir korku değildir. Buna " Tenzîr " adı verilir ve " İnzâr " kökünden gelir. Anlamıysa, yol gösterici demektir. " Tebşîr " kelimesi de, ferahlatıcı anlamındadır. Bu duruma göre, " Mübeşşiren " ve" Nezîra ", ferahlatıcı ve yol gösterici anlamındadır.
Ehl-i Tevhîd, her şeyi "pişmânlık " duymadan yapar.
Mertebeleri, insânda yerine koyacak olursak ; merkez, "beyin " hattâ, " Hipotalamus "tur . Hipofiz dediğimiz bez, bu merkezden çıkan emirlere göre, belirli bir miktarda, farklı organlara hitap eden hormonlar salgılar. Bu hormonların etkisiyle de vücûdun diğer salgı bezleri, faaliyete geçip gerekeni yapmaya başlar.
Ef'âl 'in güzelliğini sağlayacak olan, hûyların güzelliği dir. Hûy' lar, sıfât mertebesine, sıfât mertebesinin tecellisi ise Zât 'a dayanır.
Kur'ân'daki " Sıbgatullah " (Allah boyası)-(2/138)- Tâbiri, " Sırf Hayr "dan ibârettir.
" Hüsn-ü Mutlak ", her şeyi câmi , her tarafı "ıtlak " etmiş " Güzellik " demektir. " Mutlak " bir anlamda, " kayıttan kurtulmuş " serbestleşmiş, " Serâzât " olmuş anlamına da gelir.
Birlik Zât , ayrılıklar ise sıfâ ttır. Bu sıfâtın bir Zât'tan menşe aldığının idrâk edilmesine " Tevhîd-i Sıfât " , insânın bu bilince varmasına da " Uyanma " denir. Uyanık bir kişi, karşısındakinin hangi âlemde, hangi vasıfta, yani, hangi esmâ 'nın etkisi altında olduğunu bilir. Bu biliş, " Mastar "dan, yâni, kendinden kaynaklanır.
Lezzet kelimesi bile, "Lezzât " yâni, " Zât "tan gelen tat anlamındadır.
İçi " Sevgi " dolu insân, insânları cezbeder ; işte bu cazibenin nedeni, sevginin verdiği sıcaklıktır. Bu sıcaklığın bir ismi de " Muhabbet "tir.
" Vacib-ül Vücûd ", asıl, " Mümkün-ül Vücûd " ise, bu vücûdun imkân âlemindeki yansıma sıdır.
Mürşitlik, "Rabb " esmâsının tecellisidir.
" Ceberrut ", " Hazerât-ı Hamse-i İlâhi "nin, dört âleminin toplandığı noktadır ve mürşitlere verilmiş bir vasıftır.
Dost 'u bu âlemde bilen, " Mürşit "tir.
Allah , aynen bir tohum gibidir . O'nu arayan, kâinat ağacının meyvesi olan "Mürşit"in içine bakmalıdır .
Mürşit demek, " İlimde Rüsûh sahibi olanlar (3/7)" arasına girmiş kimse demektir. Bu duruma gelip, şüphelerden kurtulmayana "Mürşitlik" verilmez.
Mürşîte bağlanmak , O'na mal, mülk vermek değil ; cân vermektir.
Biz Gerçek Mürşît i göremediğimiz için, O'nun perdesi olan, " Sûret "e Mürşî t diyoruz. Sûret kaybolduğu anda da, Mürşît , yok oldu sanıyoruz. Halbuki, Mürşît kaybolmaz.