YANSIMALAR
TOPLULUĞUNA
sitemize verdiği
destek için

TEŞEKKÜR EDERİZ
  Kitaplar > Kitaplardan Seçme Tümceler
 Sf :  11 / 20
 

 İkinci Kitaptan Seçme Tümceler

 

  • İnsânın yüzü " cemâlüllah "tır ve Allah'ın insâna verdiği kitabın, 'ön sayfası', yâni, " fatiha "sıdır.
  • Gözler , insânın içinin ' ayna 'sıdır.
  • Burada enerjinin toplanması ve bir beden oluşturmasına "haşr" , bunun tekrar dağılmasına ise, " neşr " denmiştir.
  • Rûh , en basit anlamıyla " enerji "dir. Enerji, insâna ya mânadan (feyz-i akdes) ya da , maddeden (feyz-i mukaddes) gelir ve insânda " Melek " yâni ' kuvvet ' olarak birikir.
  • Hayat, ' akıl-nûru' ile işlenip, " rûh " hâline gelir.
  • Bedenin açlığı yemekle, rûhun açlığı ise, " sohbet "le giderilir.
  • Rûh , bir nevi ' mıknâtıs 'tır. Rûhun da mıknâtıs gibi iki kutbu vardır. Çekici olana, " sevgi " , itici olana ise " nefret " denir.
  • Rüyalar adeta insânın âhiret hayatı gibidir. İnsânlar genellikle, rüyalarında, kendi düşüncelerini görürler ; düşünceleri ' güzel ' olanlar, güzel, çirkin olanlar ise kötü, kâbus lu rüyalar göreceklerdir. Rüya, bu âlemin değil, " misâl-âlemi "nin malıdır. Misâl ise ' hayâl 'dir. Gelip geçici olduğuna göre rüya da bir ' gölge 'dir. Her şeye rağmen, rüya konusunu pek fazla önemsememekte fayda vardır.
  • Beden, kesifleşmiş, katılaşmış " Rûh "tan ibâret olduğu hâlde, bunu neden idrak edemediğimiz sorusu akla takılır. Nedeni, zamân 'dan ân 'a geçemeyişimizdir. Her insân sonunda, mutlaka zamân'dan ân'a geçecek ve bu gerçeği idrâk edecek, yâni aslına kavuşacaktır.
  • İnsân madde âleminden geçmeden, mâna'ya varamaz.
  • İnsân kemâle geldiğinde, mânayı da maddeyi de reddetmeye başlar.
  • Aklın ve onun timsali olan " Cebrâil "in bir adı da, " Namus-u Ekber "dir.
  • Aklın, filtre edilmiş, selektörden geçmiş, temizlenmiş, tezkiye edilmiş hâline, " Zekâ " denir.
  • Zekâ, " zekiyye "den (temizlik, sâflık) gelir ve "Nefs-i sâfiye " ve ya " Nefs-i Nâciye " ile aynıdır.
  • Akıl, tezkiye edilip, "zekâ " seviyesine gelmeye başlaığında, kişinin " ferâset "i artmaya başlar.
  • İnsânın ' beyni ' " levh-i mahfuz " gibidir ama kapalıdır. İlim, ancak, beyindeki " zekâ " kapılarının açılmasıyla kazanılabilir.
  • Akıl, zekâ, ferâset, bunlar aynı şeyin değişik mertebelerde aldığı isimlerdir. Bunlardan " Akıl ", Allah'ın insânlara bahşettiği bir " Nûr "dur. " Zekâ " bu nurun tezkiye edilip, üst âlemlere yönelmiş hâli ; "ferâset " ise zekâ 'nın beden atına binmiş, onu kontrolü altına almış şeklidir.
  • Ferâset , anlayışta öne geçme demektir. İnsân geliştikçe, zekâsı o kadar ilerler ki, âdeta her tarafı " göz " gibi olur, her tarafı " akıl " kesilir. Ferâset , zekânın incelmiş ve hızlanmışına verilen bir isimdir. At insâna en yakın canlı olduğundan, bu isim de ondan alınmış ve "ferâset" kelimesi, ' feres 'ten türetilmiştir.
  • " Dördüncü sema " , ilk yaradılış olan, " Akl-ı Küll " dür ve İnsân-ı Kâmil 'in aklıdır. Kur'ân oradan, kendi Cebrâil 'i tarafından, Mûhammed 'e inmiştir. Yâni, Mûhammed 'in kendi " Akl-ı Küll "ünden, beşer olan Mûhammed 'in aklına nâzil olmuştur. Bu nuzül , kendinden kendine olan, bir hâl 'dir. Burada " Akl-ı Küll " olana " Halik " , bu âlemde görünene de " Mahlûk " denmiştir.
  • Aklını kullanmasını bilmeyenler, taklitçilikten kurtulup, insân olamazlar. Akıl, " beka " âleminin malıdır. Bu nedenle, ne kadar parlarsa, o kadar bol ışık verir.
  • En büyük mârifet , " enaniyet "ten kurtulabilmektir.
  • İnsân, aklı bırakırsa ' deli ', akıl insânı bırakırsa ' Veli ' olur.
  • Rûh öze , nefs kabuğa ; akıl ise hem öze hem kabuğa bağlıdır.
  • Aklın, bedene ait negatif kısmına " Nefs ", ulvi kısmına ise " Rûh " denir.
  • Tefekkür , derin düşünmek demektir ve insanın kolayca çözemediği konularda işe yarar.
  • Dünya da, âhiret de insanın kafasının içindedir.
  • Düşünce akılla bağlantılıdır. Her kesin aklı, aynı incelikte olmadığı için, tasavvufta akıl, yedi mertebede ele alınmıştır :

    1-Akl-ı maaş,
    2-Akl-ı mead,
    3-Akl-ı selîm,
    4-Akl-ı nûrani,
    5-Akl-ı rûhani,
    6-Akl-ı sultani,
    7-Akl-ı evvel (Akl-ı küll)

  • İnsân, benliğini gayb âleminde müşahede ederse " O " (Hû), şühûd âleminde müşahede ederse "Sen ", kendinde müşahede ederse " Ben " demelidir.
  • Kendini bilmek, kozayı delip çıkmak, korkudan kurtulmak demektir.
  • Mürşitler arasında, hiç konuşmadan, sadece " nazar " ile irşâd edenler vardır ki, böylelerine, " İşrakiyyûn " denir.
  • " Sır ", ne zaman, kişi kendinden geçerse, o zaman bahşedilir.