YANSIMALAR
TOPLULUĞUNA
sitemize verdiği
destek için

TEŞEKKÜR EDERİZ
  Kitaplar > Kitaplardan Seçme Tümceler
 Sf :   6 / 20
 

 

  • İnsânın, etrafında elektronlar gibi dönüp duran muhtelif esmâ ile karşılaştığında, onlardan kendi esmâ-i hâs'sına yakın olanlardan huzûr ve neş'e, uzak olanlardan ise sıkıntı duyar. Kendisi müsemmayı bulup ona kavuştuğundaysa, tüm isimler kendinin olacağı için hiç sıkıntı ve huzûrsuzluk duymamaya başlar ki cennet yaşantısı denen de budur.
  • Âlem ancak ilimle anlaşılabilir. İlim arttıkça, âlemler de değişir ve çoğalır.
  • Esmâ-i hâs tıpkı parmak izi gibidir ve kişiye hâstır
  • İnsânın gelirken getirdiği genetik özellikleri vardır. Bunlar , melâbe-i Vahdet 'in delilleridir.
  • Esmâ-i hüsna'nın toplamı "aşk"tır .
  • Mürşitlerin mânâ sı aynı olduğu halde, meşreb leri farklıdır.
  • Durumu idrak edip, bir isimden diğerine atlama, 'terakkî'dir. Tasavvufa uygulandığında, terakkilerin taraf-ı ilâhiden gelen bir esmânın etkisiyle olduğunu söylemek gerekir. Bunun anlamı da, kişiyi Allah'ın okutmasıdır ve böylelerine "üveysi" denir. Örneği peygamberlerdir. Çünkü, onların mürşîdi, doğrudan doğruya Allah'tır. Allah kendilerindedir ve bu öğreti kendinden kendinedir . Sâlik, eğitim ve öğretimin de aslı budur. Mürşitler, sâliklerinin kalbindedir ve onları içten içe eğitip yönlendirmektedir. Tevhîd öğretisinin aslı budur. Fırka-i nâci denen de budur.
  • İnsânlardaki görüş farklılıkları, onları esmâlarının farklı olmasından doğmaktadır. Aslında Hakk birdir, müsemma birdir. Farklı olan, esmâlar bunun sonucu benimsenen dinler, mezheplerdir. İsimler, devamlı bir dönüş hâlinde oldukları için mıknatısın etki alanına girdiklerinde, mıknatıs tarafından çekiliverirler. İşte bir mürşîdin insânları cezbetmesi de böyledir. Kişide , önce bir dürtü bir kaynama olur ve o kişi sonunda gidip o kendisini etkileyen mürşîde bağlanır. Bundan sonra, mürşîdin etkisiyle tüm kötü hûy ve alışkanlıklardan kurtulup beğenilen ve sevilen insân olur.
  • İnsânın esmâ-i hâs 'sı, onun âyet-i muhkematı 'tır. El tutan bir insânın hûylarındaki değişiklikler ise onun âyat-ı müteşebbihat 'ıdır.
  • Kâinatın yaratılmasıyla oluşan çeşit çeşit isimler, bir çalgıdaki çeşitli nota ve nağmelere, bunların gruplaşması ise farklı mâkamların ortaya çıkmasına sebep olmaktadır.
  • " Gönül e girdin ise, kendini bildin ise, sevgi baş tacı olur, sen seni sevdin ise"
  • İnsânın en güzel dürtüsü "pişmanlık duyması"dır. Bu duyguyu tadan kişi hidayet yolunu tutmuş demektir.
  • Esmâ-i hüsna doksan dokuz tanedir ve mertebe-i ilâhi yi gösterir ; âyet olarak özel isimlerdir.
  • İsimler birbirine zıttır ama bunların tümü bir noktada toplandığında bu zıtlıklar nötrleşip ortadan kalkar ki bu duruma "adalet" denir. Allah âdildir dendiğinde kastedilen budur.
  • Hidayet , gaflet uykusundan uyanmak anlamına gelir. Hâdi 'nin başına " mim " gelirse, " mehdi " olur..
  • A'raf , en yüksek yerdir ve ancak irfâniyet le kazanılır.
  • İsa, insâna tepeden gelen Hakk aşkı 'dır. O aşk vasıtasıyla insân mehdi 'ye bağlanır. Mehdi ise " mürşit " tir.
  • " Muiz " , izzet ifade eden bir isimdir. Buna mazhar olan, her kes tarafından kabul gören, ikram gören insândır.
  • Rabb ismi ana ,baba,öğretmen ve mürşitlerde tecelli etmiş, bunun karşısına da bir merbûb (çocuk, öğrenci, mürîd) çıkmıştır.
  • Firavn, Mûsa için binlerce çocuk öldürmüştür ; öldürülenlerin rûhları ise, Mûsa'da toplanmıştır.
  • Allah merhametini, kadınlara daha fazla bahşetmiştir. Rahmi (uterus) kadınlarda yaratmış olması da bunu göstermiyor mu ? Ayrıca çocuk, ana rahmindeyken cennet te yaşadığı için, adına " cenin " denmemiş midir ?
  • Kul affederse, yâni kişi kendini affederse, o zaman Allah ta, isterse affeder. Allah insânı, insânın içinden, kendinden affeder. İnsan kendini affettiyse, Allah da onu affetmiş demektir . Çünkü Allah insândadır ve insândan işler .
  • Rahîm ve Rahmân, Mûhammed ile Ali'dir. Bu sebeple, " besmele " çekmek, onların merhametine sığınmak demektir.
  • " Veli " ismi, el tutan, bağlanan, anlamına gelir. El tuttuğu anda, kendindeki "veli" ismine, daha yüksek olan " Rubûbiyet " isminden aktarmalar olması demektir. İnsân, Allah'la ünsiyet peyda ettiği için insân adını almıştır. Ünsiyet, Allah'la barışıklık demektir.
  • Gelip giden her şey birer esmâ'dan ibarettir ve vücûdu yoktur. Aslına bakıldığında ise, ne gelen vardır ne giden.
  • Ef'ali ilâhi bir noktanın tekerlenmesinden doğan bir keyfiyettir. O nokta hangi esmâ'da tecelli ederse, o esmâ'da devretmeye başlar. Noktanın devrini tamamlamasıyla, daire meydana gelir. Ef'al çok süratlidir. Bu süratin etkisiyle, zerrelerin toplanması cisimleri oluşturur. Biz de ayrı ayrı âlemleri süratle bir noktada topladığımız için, "insân" oluyoruz. Kâinatın ve hayatın oluşumunu ve idâmesini sağlayan bu "ef'al"dir. Bahr-ı ahadiyet'te bu faaliyet kendi iç âleminde ve kıpırdanmalar şeklinde olup fark edilmediği için durgunluk gibidir.
  • " Mezahir-ul vücûd " , vücûdun zuhûra gelmesi, meydana çıkması demektir. Bizim vücûd dediğimiz, gerçek anlamda vücûd değildir. Çünkü gerçek vücûd, sırdır ve " cûd "dur. Bizim vücûd dediğimz ise cûd olan Allah'ın zâti varlığının ' vav ' harfiyle birleşmesinden oluşmuştur. Bu cûd'un başına, 'vav'ın terfiinden oluşmuş " sin " gelirse, o zaman kendini bilip " sücûd " olur. 'Sücûd' varlığını bilip, ' mim-i risalet 'e ulaşırsa " mescûd " olur ki, bunun da 'vav'ı kullanabileceği bir mâkama ihtiyacı vardır. O zaman " mescîd " olur ve buradaki yakınlık alâmeti " vecd "dir. Yakınlık alâmeti olan 'vecd', kuldan gelirse " tevacûd " olur. Çünkü, 'te' harfinin değeri dört yüzdür ve dördün, yâni, " anasır-ı erbaa "dan oluşmuş vücûdun terfi etmesiyle meydana çıkmıştır. Kitab-ı kâinat olan Kûr'ân'ın Arabça gelmesinin nedeni, bu dilin ifâde özellikleridir.
  • Sûrete bakmak, ' ilm-i şûhud 'dur, ' zâti şûhud' değildir. Onun sûrette olduğunu ilmen biliyoruz çünkü, ' zât ' bilinir, görülmez. Bu görünmeyen ve mânâ olduğu anlaşılan gerçeğin bir diğer adı da "gönül" dür.
  • Allah zâtıyla 'bütün', sıfâtıyla kesir'dir. O hâlde her şey, bir zât ile bir sıfâttan ibârettir.
  • Gölge olmaktan kurtulup, ' asl 'a ulaşmak için gönle girmek ve her şeyi gönülde bulmak lâzımdır.
  • Kâinatın, on sekiz bin âlemden oluştuğu söylenmektedir. Bu on sekiz bin rakkamı, " Hayy " isminin ebced değerinin on sekiz, dolayısı ile kesretinin de on sekiz bin olacağı düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Biz bu âlemlerden birinde yaşıyoruz ve " tabiât " adını veriyoruz. Tabiât dediğimiz, bu görünenin tasavvufi adıysa, "Nûr-u Mûhammedi " veya " Hakîkat-ı Mûhammedi "dir.
  • Mucizeler nasıl gerçekleşir ? Tıpkı bir faks veya televizyonda olduğu gibi, yâni, bir noktadan dağıtılan titreşimlerin (dalgaların), bir başka noktada toplanıvermesi şeklinde...