YANSIMALAR |
|
TOPLULUĞUNA
sitemize verdiği
destek için
TEŞEKKÜR EDERİZ |
|
Kitaplar > Kitaplardan Seçme Tümceler |
|
|
- Allah kâinatı "sevgi"den yaratmıştır. "Sevgi" herkeste her zerrede vardır. Zâten sevgiden başka bir şey yoktur .
- İnsanın endişe ve sıkıntıya düşmesinin nedeni, bir isme bağlanıp kalması ve her şeyi ondan beklemesindendir. Beklentisine o isimden cevap alamayınca, sıkıntıya düşer. O halde, esmâyı değil, müsemmayı düşünmek gerekir.
- Hüvezzâhir ölüm , hüvelbâtın doğum demektir.
- Hayât, atılmış bir ok gibi dümdüz gitmez, engebeli bir seyîr tâkîbeder. Her şey, bir aşağı ( tahtessera ), bir yukarı ( fevkal ulâ ), dalgalanarak ilerler. Bu dalgalanmalara, tecelliyât denir. Sadece engebeleri, düşüncelerimizin düzelttiğini söylüyoruz. Onun zuhûr âlemine gelişinde, tüm keyfiyetler "her şeyi çift yaratan O'dur (43/12)" hükmünce, çift ve birbirine zıt yaratılmış olduğu için, ' idâm ' ve ' icâd ', ' dafi ' (itim) ve ' câzib ' (çekim) kanunları da böyle, yâni, çift ve birbirine zıttır. Birinciye göre idâm olup, Âdeme gönderildik, icâd olup mevcûd'da belirdik. İkincide ise, bir taraftan itip 'git' derken (dafia),diğer taraftan çekip gel demektedir (câzibe). İşte bu 'gidiş-geliş' ve 'itiş-çekiş' yüzünden, yeryüzündeki her şey devretmektedir. Bu ikilik olmasa, devir ve hareket olmaz, durgunluk olurdu. Allahta ise durgunluk yoktur.
- Kâinatta her şey iki devrelidir. Bunlardan birine " devre-i arşiyye ", diğerine ise " devre-i ferşiyye " denir. Devre-i arşiyye'deki vûslata " vûslat-ı uly a" , "devre-i ferşiyye"deki vûslata " vûslat-ı süflâ " denir.
- Biz insân olarak, hatalı düşüncelerden kurtulur ve her şeyi gerçek sahibine verebilirsek, Allah da bize ihsânını göstermeye başlar. Bu ihsânın başında da 'güzel-düşünceler' gelir.
- Esmâ bir bildirgeçtir; kendi vücûdu yoktur. İnsânın sıfâtlarını bildirmeğe yarar.
- Bazıları esmâ çekerler. Bunun amacı müsemmayı bulmaktır. O'nu bulamadıktan sonra, çek çekebildiğin kadar.
- Dünyayı güzelleştiren esmâ ve sıfât'ın farklılığıdır.
- "Her şey Hakk'ındır" deyimi doğrudur. Ama burada, esmâyı ve mertebeleri unutmamak lâzımdır. Hakk'ı bulmak 'tahkîk-âlemi'ne girmeyi gerektirir. Halk'ı bulmak ise, Hakk'ı bulmaktan daha zordur çünkü, bunun için 'tahkîk'ten sonra 'tetkîk-âlemi'ne girmek ve esmâyı araştırmak gerekir. Tetkik, incelemek, ince eleyip sık dokumak demektir.
- Tevhîd 'de ayrılık yoktur. Ayrılığı yaratan esmâ'dır.
- Esmâ'nın vücûdu yoktur ve aslı bir isimden ibârettir ; onun vücûd bulabilmesi için, sıfâtın tahakkuk etmesi icâbeder. Her şey, bir zât ve bir sıfâttan meydana gelmiştir ; gerisi esmâdır ve 'Bir'in kesrette görünümüdür.
- Hakk, zuhûr âleminde birer sıfâtla, yâni, hûy ve ahlâkla tecelli edip, istîdâtının aynasında kendini gösterir.
- Bir öncekinin neş'e si bir sonrakinde zuhûr eder.
- Allah her insânda, kendi esmâ-i hüsna'sından bir isim vermiş ve o isimle bu âleme göndermiştir. Kişi burada kendini bilir, yâni ölür ve dirilirse, o zaman Allah'ın koyduğu isminin bilincine varır. Tabii bu, kişinin bekâ 'ya geçişinden sonra olacaktır.
- Basar 'dan göz, semi 'den kulak, kudret 'ten el, kayyum 'dan ayak, hayy 'dan sağlık verilmiştir.
- Nasıl kâinatta oniki burç varsa, insânda da bunlara tekabül eden, yedisi başta, ikisi göğüste, biri göbekte ve ikisi de aşağıda olan, oniki burç vardır. Nazârgâh-ı ilâhi , her gün burçlardan birinden doğar.
- Bazen insânda, " şefkât " ve " adalet " duyguları hâkim olur ve pinti olan bir kişi, o gün cömertleşir. Bu onun o günkü burcunun göbekte bulunan " adl-ü mîzân " yahut, terazi burcu olduğunu gösterir.
- Bazı kimselerin burcu "cebrâiliyet " olur ve dillerini mekân ittihaz ederse, böyle kimseler (özellikle mürşitler) " hâllâlı müşkül " ( müşkülleri hâlleden) olurlar.
- İnsân başlangıçta, bir pratisyen hekim gibidir. Her konu hakkında bilgisi vardır.Yâni, bilinçsizce her esmâya açıktır. Ancak, terakki edip olgunlaştıkça, esas esmâsının ne olduğunu öğrenmeye başlar. Bu durum, uzmanlaşan bir hekimin, uzmanlık alanındaki bilgi ve becerisinin artmasına benzer. Kemâli artmış bir kişi de, güneşinin hangi burçtan doğduğunu, o burcunun parlamaya başlamasıyla öğrenecektir. Bu hâle " maarifet-ün nefs " denir. Maarifetullah bundan sonra gelişir.
- İnsânın, istidât ve kaabiliyet i bakımından bukâlemun gibidir. Çünkü "Âdeme tüm esmâ'yı öğretti. (2/31)" âyeti, yalnızca Âdeme değil, tüm insânlara verilmiş bir ihsândır.
- Şimdi zekâ devridir, onun için insânlara posteki saydırmanın anlamı yoktur. Bunun için eski devirdeki gibi işi zora sokmak yerine, en kolay tarafından izâh etmek gerekir. Çünkü 'söz' canlıdır ve yüzde yüz vücûd bulur.
- İnsânlar, yahut esmâ (isimler), âyan-ı sabite'de, bir peteğin gözlerine yerleştirilmiş gibidir. Bu gözlerden her birindeki canlanıp bir insân olarak bu âleme gelir.
- Allah'a yakın olanlar, yanıp arınarak, pislikten temizlenmişlerdir. Çünkü, ' iç-âlem' , yanarak temizlenir. Suyla temizlik ancak, dış âlemde geçerlidir. Yanma insâna acı verir.
- Aslı, " vâcib el-vücûd ", bizde bulunanı ise " mümkün el-vücûd "dur.
- İnsânların meşreb leri, esmâlarının keyfiyetini anlatan özellikleridir. Her tohum, kendi meyvesine, kendi hassa 'sını verecektir.
- Allah insânı, tevhid nokta-i nazârından, iyi ve kötüyü câmi olarak yaratıp ne varsa hepsini ( esmâ-i külleha ) onda toplamıştır. Bu esmâ-i külleha içinde, ilâhi âleme ait esmâ da vardır. İlâhi âlemdeki esmâya, ' esmâ-i hüsna ' dendiğini ve Allah'ın bunların tümünü Âdem'de toplamış olduğunu biliyoruz. Diğer isimler de bu çekirdeğin etrafında tavâf ederler. Biz de zaman zaman onların zevkine varırız.Bu durum her insânda aynıdır. Çünkü Allah, her insânı zuhûr âleminde bir esmâ tahtında izhâr etmiştir. Ama onun diğer isimlerle de irtibâtı vardır.
- İnsân-ı kâmil , hiçbir guruba (esmâ-gurubu) girmediği halde tüm esmâya müsemma olduğu için her gurubu kendinden sayar.
- İnsânda her esmâ vardır ve bunların hepsi, " esmâ-i hâs "sının etrafında döner durur.
- Her insânda, yaratılış itibari ile tüm isimler olmasına rağmen, bunların büyük bir kısmının üstü örtülüdür. Meydanda görünen kişinin "hâs-ismi"dir ve bu onun sırât-ı müstakîm 'idir.
- İnsânın ' ism-i hâs 'sı, onun hoşlandığı şeydir.
- Hâs ismin dışında kalan tüm isimler " esmâ-i âm " diye bilinirler.
- Sen, ism-i hâs ve o ismin vücûdu oluyorsun. Kâinattaki diğer isimler de senin esmâ-i âm'ın oluyor.
- Her insânın bir veya birkaç hâkim ismi vardır ve bunlar onun ana karakterini meydana getirir. Meselâ benim esmâ-i hâs'ım "ünsiyet ", koruyucum da " hafîz " dir.
- Esmâ-i hâs adı verilen bu esas isim, adeta bir ayna gibi diğer isimlerin özelliklerini yansıtır.
|
|
|