YANSIMALAR
TOPLULUĞUNA
sitemize verdiği
destek için

TEŞEKKÜR EDERİZ
  Kitaplar > Kitaplardan Seçme Tümceler
 Sf :   3 / 20
 

 

  • İç âlemdeki birlik " sevgi " yaratır. O sevgi de "birlik" e dâvet eder.
  • Hayat, bir noktadan ( cem ), başlayıp, kâinata yayılır ( hazretül cem ) ve tekrar bir " nokta "da toplanır
    ( cem-ül cem ).
  • Hayatı boyunca, kendi çalışmalarıyla , diktiği ahîret elbisesi yle öbür âleme giden insân, orada cehennemde yanarak arınıp, "kir"den meydana gelen bu elbiseden kurtulur. Arınma tamamlanıp, kendindeki " cemâl-i İlâh i" ortaya çıktığında da huzûra kabul edilir ve o zaman O, kendini kendinde görür, yâni insân O'na ayna olur.
  • İnsânların gördükleri hayâller düşünceleriyle ilgilidir. İnsânın düşünceleri güzelse, gördüğü hayâller de güzel olacaktır.
  • Rahmâniye t, celâl e benzer, Ulûhiyet âlemi ni temsil ettiği için , mutlakiyet ifade eder. " Şemsi-mutlak " diye nitelendirilmesi budur. Onun için füyûzât ı âfaka, yani dış âleme yöneliktir.Her türlü zıtlığı aksettirdiği için de alternatif akıma benzer. Rahîmiyet-güneşi ise, " şems-i mukayyet " olarak bilinir. Bunun nedeni, bu güneşten istifade edebilmenin " îmân " şartına bağlanmış olmasıdır. Füyûzâtını kendine îmân edenlere aktardığı için " enfüs " adı verilen iç âleme yöneliktir. Cemal 'e tekabül eden "Rahîmiyet-güneşi" , manyetik akım gibidir ve ne kadar şiddetli olursa olsun, yakıcı değildir.
  • Rahmân umuma, Rahîm ise havas'a hitabeder. Havas , seçilmiş demektir. Mürşit sohbetlerine de ancak el tutanlar girebilir.
  • Allah, ilmi kullarına " feyz-i akdes " ve " feyz-i mukaddes " olmak üzere iki yolla yansıtmıştır. Bunlardan birincisi vâsıtasız, ikincisi ise vâsıtalıdır. Birincinin verilme yolu " beyt-ül haram ", ikincisinin ise " beyt-ül kudüs " tür. Mürşitler, evvelce kudüs'te olanı, kalblerinin içine alarak, orayı beyt-ül haram haline getirmiş kimselerdir.
  • İlim öğrenebilmek için, insânın, akıl-nûru 'na sâhip olması gerekir. Akılsız insânın bir şey öğrenmesi mümkün değildir. İnsân bu nûru iyi kullanısa âlim , kötü kullanırsa nâdim olur.
  • Bilginin "nakli" ve "keşfi" türleri vardır. Nakli olanı kitaplardan, veya öğretmenlerden, keşfi olanı ise Allah'tan öğrenilir. İnsânın kalbinde " nokta-i süveyda " (kara nokta) denen bir nokta vardır. Oradan yansıyanlar, insânda " arş-ü Rahmân " timsali olan beyinde kendini gösterir. Arş-ü Rahmân, " ayân-ı sabite "nin aksidir.
  • İlmin insândan sûdur edebilmesi için, onun köküne inmek gerekir. Başka türlü, ilim, insândan doğmaz.
  • İrfân , kuru bilgilere değil, o bilgilerin özümsenip, hayata geçirilmesine sâhip olmak demektir. Sıfâta bakıp, içindeki zâtı görmeye "irfâniyet " denir.
  • İlim, mânâdır. Mânâ , ancak, zûhûra gelirse, bilinir. İnsân için, ilim bir nûrdur, bir aydınlık, cehilse karanlıktır
  • Şifa 'nın zâti olanı, vücûdun bağışıklık sistemi tarafından, sıfâti olanı ise, doktor ve ilâçlar vasıtası ile gelir.
  • İlim nûrunun yayılmasıyla, ortalama insân ömrünün uzamaya başladığını söyleyebiliriz. Tabii, bu uzama o ilmin sadakasını verip, aşılarını yaptıranlar ve kendilerine iyi bakanlar için geçerlidir. İşte," sadaka ömrü ziyâdeleştirir" hadisi ile kastedilen sadaka budur. Sadaka, sıdk (bağlılık) kökünden gelir.
  • İlim , sıfât olduğu için, ef'al ve esmâ gibi, bunun da vücûdu yoktur. Vücûd sadece Hakkın vücûdudur.
  • İçimizde yaşayan bir " nûr " vardır ve bu nûr her zerrede mevcûdtur.
  • İnsân, ilim bakımından sadece zahirde kalır ve bu kalışında samimi olursa, yaptığı çalışmaya " amel-i sâliha " denir.
  • Üzerinde cehalet örtüsü olan kişi, ölüdür. Ne zaman bu örtü alınır ve kişi kendini bilirse, o zaman dirilir.
  • Ledün ilmi, zât âleminin malıdır. " Vehbi ilim " olarak bilinir ve feyz-i akdes'ten tahsil edilir. İnsânın rûhani tarafı, Rahîmiyet kaynaklı olduğu için, mânevi ilimler iç âlemle alâkalıdır. Ledün ilmine bir örnek olarak, " huruf-u mukattaat " gösterilebilir.
  • Tasavvufa gelince: tasavvuf sıfât âleminin malıdır. Çalışma sonucu kazanılan bir ilim olduğu için " kısbi-ilim " olarak adlandırılır ve feyz-i mukaddesten, yani kul vasıtası ile kuldan öğrenilir. Tasavvuf, çıplak olarak meydana çıkamayacak olan zât ilminin, bir elbise giydirilerek ortaya çıkarılmasıdır. Bunu yapabilmek için de çalışmak gerekir. "çalışıp kazananlar Allah'ın sevgilisidir" hükmünce, O'nun sevgili kulları arasına girerler. İnsân, kazandığı bu "vücûd-u kisbi" ile, Allah'a kendini sevdirirse, nereye giderse gitsin, Allah ta onunla beraber olur. İşte, " Limaallah " sırrı budur. Bu sırra eren kişi, her yerde aydınlığı ile beraber olacağı için, onda darlık, sıkıntı, keder ve hüzün bulunmaz. Çünkü artık esmâ-i hüsnada'daki " Veli " ismine mazhar olmuş ve "haberiniz olsun ki, Allah'ın velileri (dostları) için, asla korku yoktur ve onlar mahzun da olmazlar." (10/62).
  • Tasavvuf, aklımızla, vasıf giydirerek, düşündüklerimiz, ledün ise Allah'ın mevhibe-i ilâhisi'dir. Ledün, kişinin hiçbir dahli olmadan, kalbine geliverir. Vahiy , ledün gibi, doğrudan Allah'tan gelirken, ilham , insânın düşüncelerinden kaynaklanır.
  • Kur'ân, kâinatın aynı ve onun özeti olduğu için, kâinata "fûrkan" (fark âlemi), denir. Kâinattaki farklılıkların hepsi insânda toplanmış olduğu için de, "kur'ân ile insân" ikiz kardeştir denmiştir. Tabii ki burada kastedilen, kâmil insân'dır.
  • İlim canlı kitaptan da okunabilir, cansız kitaptan da... cansız kitap bir yere kadar faydalı olabilir. Eğer okunan mushaf olursa, o bile insâna "kûr'ân" okudum diye bir ferahlık verebilir. Tevrat, zebur, incil gibi kitaplar da böyledir.
  • İnsânın, bir şeyi çözüp anlayabilmesi için, o şeyin derinliklerine dalması lâzımdır.
  • Kûr'ân, ilâhi sırları ihtiva ettiği için rumuzludur ve rumuzları çözülmeden tam olarak anlaşılamaz.