• Amacı ve İnsana Faydaları
Tevhidin amacı insan olmaktır, Allah olmak değil... Allah, Allah'lığını kimseye vermez. Kur'an'da: “Allah gafûrdur” <3-31>, “Allah galiptir” <12-21> diye yazmaktadır.
Allah, kesafeti de, letafeti de kapsadığı halde, kendinde kesafetten eser yoktur. Onun için, yüksek düşünce sahibi olan bir insanın başkasının bedeniyle uğraşması mümkün değildir. Bu yüzden ehl-i tevhit olanlar başkalarıyla uğraşmaz, sadece kendilerine bakarlar. Kişi ancak bu zevke vardığı zaman ehl-i tevhit olmuş demektir ki, bunu Allah hepimize nasip etsin!..
Çok kimse olaya dıştan baktığı için tevhidi, insana insanüstü güçler verip, onu her dakika mucizeler gösteren, uçan, gaipten haber veren bir kişi haline getirme yöntemi olarak görür. Halbuki tevhidin amacı; Allah'a yönelip, neşe-i ulâyı bulmaktır. İnsan, dünyaya masum olarak geldiği halde, buluğ çağından itibaren bu masumiyetini kaybeder. Tevhide girdiğindeyse; insan noktasında cinsiyet ayırımı birleşip, kaybolduğu için, yine masumiyet kazanır. Çünkü, insan noktasında kadın, erkek yok, sadece insan vardır. Bu insanın kalbinde de sadece Allah vardır. Bu nedenle onun kalbi Kâbe halini almıştır. Nasıl Kâbe'de kadın, erkek ayırımı yapılmaksızın herkes aynı kıyafeti giyiyorsa, ehl-i tevhidin kalbinde de cinsiyet ayırımına yer yoktur. Böylelerinin kalbi Kâbe halini aldığı için, her türlü ayırım ortadan kalkmış ve orası herkesin aynı kıyafetle etrafını tavaf ettiği bir odak haline gelmiştir. İşte, bu duruma gelmiş olanlara: “Ehl-i tevhit” denir.
İşin içine kadın, erkek konusu girdiğinde de, Allah'ın emrine uygun hareket edilirse mesele yoktur. Aksine davranan, cennetten kovulduğunu bilmek zorundadır. Âdem'le Havva, kendi aralarında: “Cennetteyiz” deseler bile, kesret bu durumu kabul etmediği için cennetten kovulmuş olurlar. Onun için burası ayak kaydıracak yerdir. Ben gerçek şeriat ehlini, böyle ters bir yola sapmış tevhit ehline tercih ederim. Çünkü, birincilerin tek gözü kör olduğu halde, yoldan çıkan ikincilerin iki gözleri de körleşmiş, hatta daha da berbat bir hale düşmüşlerdir diye düşünürüm.
Dış güzellik, ne yapılırsa yapılsın, gidicidir. Kaybolmayan, insanın iç güzelliğidir. Tevhitte çalışmanın amacı da içi güzelleştirebilmektir. İç güzelleşince, bu güzellik dışa da vuracaktır. İç ve dışın birbirine yansıyacağını bildiğimiz için ben size sıhhatinize iyi bakın diyorum. Çünkü, bedenin sağlıklı olması, insanı iç sağlığına da yansır. Kendinize iyi bakın derken, boyuna yiyip, bedenlerinizi geliştirin demiyorum tabii...
Tevhitten amaç neşe-i ulâyı bulmaktır. Neşe-i ulâ, A'yan-ı Sabite'deki saf ve katışıksız neşeye ulaşmak demektir. Bunun için esmamızın, o âlemdeki halini bulması gerekir. Tüm esmalar O'nun olduğu ve O'nda çirkinlikten eser bulunmadığı için, esmamızı takiben o kökene varabilirsek, neşe-i ulâya da kavuşmuş oluruz. O neşe, bu tozlu, topraklı âlemde kalınmış olduğu için, kire, pasa bulaşmıştır. Tevhide ulaşılıp, bu kirlerden, paslardan kurtulunduğunda zevke ulaşılacaktır. Bu zevk bulunabildiğinde içkide zevk aramaya gerek kalmaz. Bu zevke ermeyenler, zevki içkide arar, ama içkide buldukları zevk gerçek zevk olmaktan uzaktır.
Olaya daha değişik bir açıdan bakıldığında tevhitten gayenin; şahsiyete ait keyfiyetlerden kurtulup, kâinatın tümünü kapsayan bir âleme dahil olmak, ya da özet olarak, Allah'a kavuşmak olduğunu söylemek mümkündür. Bunun için kişi aradan çıkacak ve onun kafasına gelen kâinatta işlenecektir. İşte Allah'a yakın olmak budur. Ben bir şiirimde: “Devreder bihad avalim zat-ı pakinde onun” mısraıyla bunu anlatmaya çalışmıştım.
Bunları gerçekleştirebilmek için, fark ü temyiz âlemine girip, nura gelmek lazımdır. Zira, asıl olan nurdur. Onun için tevhitte önemli olan; Kalp temizliği, saflık ve her şeyi düzenli, intizamlı yapmaktır. Bunların sonucu zevktir.
Zevkler de cismani veya manevi olabilir. Cismani zevkler bir an için insana tatlı gelse bile, mecazi olduğu için kısa sürelidir ve uzaması bıkkınlık yaratıp, insanı bir süre sonra ondan zevk almaz hale getirir. Manevi zevklerse, insanda daima açlık yaratan ve ona: “Doymadım, daha yok mu” dedirten gerçek zevklerdir. İnsanın, acıkıp, yemek yediği zaman doymasının, ama manevi sofra olan sohbete doymamasının nedeni budur.
Tevhit, insana, evvelce anlattığımız ben, sen ve o'nun birliğini idrak ettirir. Bu idrak uyandığı zaman kim kiminle kavga edip, kim kimin hakkında kötü bir şey söyleyebilir? Bunların idrakine varmak içinse içinde yaşamak gerekir. İçinde yaşamak için insan önce nokta olan kendi içine bakıp, kendini her şeyden (Kendi elinden, kendi dilinden) muhafaza edecek ve ancak ondan sonra Allah'ın gösterdiği doğru yolda yürümeye başlayacaktır. Onun için: “Tevhidin bir amacı da iyi huy sahibi olmaktır” denir. Bunu gerçekleştirebilmek için de insanın hactaki gibi tüm eski huylarından (Elbiselerinden) soyunup, yeni huylarla huylanması (ehramını giymesi) gerekir. Çünkü, bu âlemde Rahman ve şeytan birbiriyle yarışır gibidir. İkisi de: “Ben doğru yoldayım” diyen birer yol gösterici gibidir. Bu yolun doğru olanında yürünürken bile, ilerledikçe insanı şaşırtan, aklını karıştıran kavşaklar bulunduğunu unutmamak gerekir. Allah, insanlara, doğru yolu buldurucu olarak yürek vermiştir. Bu yetenek, çocuklarda dahi, yaratılıştan itibaren mevcuttur. Bir çocuk annesinin memesini emer, ama burnunu emmeye kalkmaz. Onun için her insan, mutlaka davranışının doğru mu, yoksa yanlış mı; kazancının helal mi, haram mı; yaptığı işin iyi mi, kötü mü olduğunu bilir. Hele bazı mesleklerde kişinin yaptığı iş de bunu ispat eder. Örneğin saatçilikte... Öylesine tamir edilen saat çalışmaz, çalışır durumda bile olsa, yanlış gösterdiği için geri getirilir ve bu şekilde tamir edenin hatası yüzüne vurulur. İnsanı, iyi yapmaya zorlar.
Bu akrep ve yelkovandan birini sevgi, diğerini doğruluk, ya da birini Hakk, diğerini halk olarak algılamak mümkündür. Bunlar daima birbirinin etrafında dönmektedir. Zaten kâinat denen de budur. İçiyle, dışıyla insandır. İnsandan başkası yoktur. Kâinat insanın, insansa Allah'ın aynasıdır.
Saatler de tıpkı insanlar gibidir. Onların da insanlardaki mide, barsak, kalp gibi organları vardır. Örneğin: Zemberek saatin kuvvet kaynağıdır. Zembereği kırılmış bir saatin çalışması mümkün değildir. Bundan aldığı güç ile kalp gibi tik tak diyerek atan organları vardır. Güç gelmezse saat çalışmaz. Çalışmak için adeta “Allah'tan başka kuvvet ve kudret sahibi yoktur” duasına ihtiyaç duyar.
Saatçilerin pirinin Hazret-i Yusuf olduğu söylenmektedir. Böyle olduğu da Yusuf kelimesinin ebced değerinin yüz elli altı olması, ve bu değerin saatin günde yüz elli altı kere çan çalışına eşit olmasıyla ispatlanmaya çalışılmaktadır.
Tevhide ulaşmanın yolu tasavvuftan geçer. Tasavvufun tek gayesi de, insan olmaktır. Ancak, bu gerçeği sadece sözle söylemek, çok kimse için bir şey ifade etmemekte, hatta pek çoğunun yoldan çıkmasına, kaçmasına neden olmaktadır. Bu yüzden asırlardır, bu gerçeği öğretmek için taliplere yük üstüne yük vurulmuş ve fertler bu yüklere tahammül göstermişlerdir.
Tevhide ermiş bir kişi, Zat'ı için herkese canını verir, zira O'dan başka bir varlık tanımaz, ama sıfata gelince işin değiştiğini ilerde anlatacağız.
Tasavvufi eğitim sonucu insan kendini karşısındaki mürşidinde, mürşit de kendini karşısındaki müridinde görünce, her ikisi de benlikten kurtulmuş, yani birbirinde fani olmuş olur ki, bu durumdan da gerçek Ben olan Allah hoşnut olur. İşte tevhidin amacı bunu gerçekleştirebilmektir. Gören birdir, görünen çoktur. İnsanı şaşırtan da o Bir'in çok görünmesidir.
Her şey insanda toplandığı için, insanı sevene herkes dosttur. İnsanda, kendisine: “Ben seni seviyorum” diyen birine karşı sevgi uyanmaz mı? İşte tevhit eğitiminin gayesi bu, yani cümleyi bir noktada toplayıp sevmektir.
Tevhidin öğrenilmesi, en büyük günah olan şirkten kurtulmayı sağlar. Bu iş: “Allah'tan başka ilah yoktur. Muhammed O'nun habercisidir” demekle gerçekleştirilir, ama tabii bunu lafla söylemekle değil...
Bir insanın O'nu kalbinde bulabilmesi için konsantre olması lazımdır. Bu konsantrasyon da devamlı olarak Allah demekle sağlanır. Zikirle konsantre olunduktan sonra, hüküm kişiden kalkar ve Yaratan'a geçer. Zaten O'nu da başka türlü bilmek imkânsızdır. Bu hususta evvelce elektriği misal vermiş ve onun gözle görülüp elle tutulamadığını, fotoğrafının çekilemediğini, ancak iki telinin tutulması halinde insanı çarpıp mevcudiyetini ispat ettiğini anlatmıştık. Ayrıca, Allah'ın, elektriğin celali türüne benzediğini ve insanı çarptığını, bunun bir de mıknatısiyet denen cemali türü bulunduğunu, bunun da Hazret-i Muhammed'te tecelli ettiğini, bunların kâinattaki örneklerinin de güneş ile ayda görüldüğünü ilave etmiştik. Bunları bize öğreten tevhit ilmidir. Bu ilim insana tabir etmesini öğretir. Dünyada gördüklerimiz hep rüyadan ibarettir. Herkes bu rüya âlemine birer esma tahtında gelmiştir. Bu rüyayı tabir etmek gerekir. Bunun için de şu soruların cevabının araştırılması lazımdır. Ne için geldik? Ne yapacağız? Bu duygular nedir? Toplanmaktan maksat nedir? Dünya nedir? Ahiret nedir?
Bu soruların cevabını insana öğreten tevhit ilmi, öğrenenlerin paçalarını kurtarmasını sağlar. İnsan kendini kurtardı mı evini, evini kurtardığında mahallesini, mahallesini kurtardığında da beldeyi kurtarma yolunu açmış olur. Fakat, bugün görüyoruz ki, kendini kurtaramamış olanlar ortaya çıkıp, kâinatı kurtarmaktan bahsetmektedir. Bu hatadır. Çünkü, sonunda hepsi dönüp, dolaşıp aynı noktaya gelecektir. Bu durum bir kuyuya taş atmaya benzer. Taşın oluşturduğu dalgalar, taşın düştüğü noktadan başlar. Kâmiller de gayb âleminden dünya âlemine atılmış birer taş gibidir. Kâmillerin bu âlemde oluşturdukları dalgalara tecelli dalgaları denir. Bu dalgalar, gide gide istidat duvarına ulaşır ve geri dönüp, başladıkları noktada sonlanırlar. Böylece kendilerinden çıkan her söz döner, dolaşır ve yine kendilerine gelir. Sonuçta ektiklerini biçmiş olurlar. Böylece başlangıç ve son birleşmiş olur. Bu da bir daire çizmeye benzer. Dairenin çemberi bir noktadan çizilmeye başlanır ve çember tamamlandığında, yine o başlangıç noktasına gelinmiş olur ki, bu durumda başlangıç ve bitiş noktası aynı noktadır.
Tevhit ilmi diğer ilimlere benzemediği için bunu zahir ulemasının bilmesi mümkün değildir. Bildiğini söyleyenlerin çoğu surette kalmıştır. Tevhit için gerekli olan suretsizliktir. Çünkü, O'nun ne sureti vardır, ne de tutulacak bir yeri... O suretsiz olan, suretini tüm kâinata yaymış olduğu halde, aranan suretsizliktir. İnsan, içindeki zevki görebilir mi? Ama, O isterse, suretini insana rüyasında gösterir.
Bir saliğin tevhit ilminden istifadesi, onun kendini yok edebilme oranıyla bağlantılıdır. Bu iş tıpkı bir testiden ne kadar su boşalırsa, içine o kadar hava girmesine benzer. Burada suyun boşalması Lâ'dır ve bunun kapasitesi bellidir, ama dolma noktası olan İllâ'da hudut yok, sonsuzluk vardır. İnsan için sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki: “Ne kadar mahviyet varsa, o kadar da beka vardır”
Gönül evine girmekten maksat, birlikten veya çokluktan kuvvet doğmasıdır. Bir parmağın kuvveti ile, beş parmağın kuvveti aynı değildir. Hatta kuvveti arttığı için ismi bile değişir ve yumruk olur. Ancak, parmaklardaki bu birleşme içe doğru olur ve bu da gerçek birleşmenin iç âlemde olduğuna işarettir. İç âlemdeki bu birleşme: “Bana dua edin size icabet edeyim” <40-60> hükmü gereğince, kalpten kalbe Allah'a kadar ulaşır. İşte, cemaatle namaz kılmanın sevabı da buradan kaynaklanmaktadır. Cemaatte öyle kimseler bulunabilir ki, onların değeri binlere bedel olabilir. Tıpkı zuhur âleminde evvelce anlattığımız, komutan ve Reisicumhur gibi...