• Özellikleri
“Beni sende seni canda buldum yar” demek, benlikten kurtulup, varlığı O'na verdim, kendimi sende, seni de canımda buldum demektir ki, artık O'nun cemali benim cemalim, benim cemalim de kâinat olmuştur. “Her gördüğünüz benim” diyen mürşitlerin, bu ifade ile anlatmak istedikleri gerçek budur.
Bu anlatılanları sadece dinlemek yeterli değildir. İçinde yaşamak gerekir. Aksi halde insan, sadece kendini aldatmış olur.
Hiç bir insan huy, ahlak, tip, ve meşrep itibariyle birbirinin aynı, hatta tam benzeri bile olamazken, nasıl oluyor da tevhitte sen ben, ben sen olabiliyor diye sorulabilir. Bunun cevabı çok basittir. Çünkü, tevhitte bu bahsedilen vasıfların hiç biri dikkate alınmaz, sadece ruh esas alınır da ondan... Ruh ise, her şeyden arınmıştır.
Bu durumu bir örnekle anlatmak gerekirse, havayı misal göstermek mümkündür. Nasıl birbirinden farklı insanların tümü aynı havayı teneffüs ederek yaşıyor ve o hava insanların müşterek noktasını teşkil ediyorsa, tevhitteki durum da bunun gibidir ve tüm insanlar ruh açısından bir bütün olarak algılanır.
Tevhitte birden başka bir şey yoktur. Her şey birin bir başka bire eklenmesiyle (1+1+1+1+1+1+......) ortaya çıkar. Burada görülen çokluk, birin aynalardaki görüntüsünden başka bir şey değildir.
Toplama işlemine karşılık olarak bir de çıkartma işlemi vardır ki, bu da birden birin çıkarılması demektir. Bu çıkartma işleminin tevhitteki karşılığı Lâ, toplama işlemininki ise İllâ'nın kesretteki görüntüsüdür.
Tevhid-i ilahide gerçek Var görünmez. Görünense yoktur, yahut Var'ın gölgesi mesabesinde olandır. Onun için görünen, gerçekte yoktur, yani ademdir. Dünya, hüvezzahir esmasıdır ve bir araçtır. Esas olan hüvelbâtın ise çekirdektir. Görünenler, bu çekirdekten meydana gelen ağaç gibidir. Bu sebeple buna “Şecere-i Tûbâ” (Tûbâ ağacı) veya “Sidret-ül münteha” (Varılabilecek nihai hedef) adı verilir ve gölgenin uzamasından meydana gelir.
Bu durumun en güzel örneğini kendimizde buluruz. Gözümüzü yumduğumuz anda (ister iradi olarak, ister ölerek) zahiri görüntü kaybolur, ama iç âlemimizdeki, yahut kalbimizdeki esas görüntü devam eder. Çünkü, orası mana âleminin aynasıdır. Onun için: “Allah insanın kalbine nâzırdır” denir ve bekanın sırları kalbe tecelli eder. Ama, ne yazık ki, biz kendimizi bilmediğimiz için, bunların farkına varamıyoruz...
Tevhitte çok incelikler vardır. Kendini bilen insan, insanların her türüne uyabilmek için, bukalemun gibi olmak ve onların rengine bürünmek zorundadır. Bu da; kınına göre kılıç olmak, yani doğru kına doğru, eğri kına eğri kılıç olmak demektir. Aksi halde kılıç kına girmez.
Yazıcızade Mehmet Efendi, Hallac-ı Mansur için:
“Enel Hakk'ta hüvel Hakk olsa lahhâz
Enel Hakk mahvola Hakk ide ilhaz”
yani: “Enel Hakk yerine Hüvel Hakk dese ve gayba yönelseydi, bu surete Hakk demezdi” demekle, ehl-i şeriatın yanında, onların mertebeleri bilmeyeceklerini düşünüp, anlayabilecekleri seviyeden konuşsaydı, kelleyi kurtarırdı demektedir. İşte karşısındakinin boyasıyla boyanmak budur.
Tevhidin biri dışta, biri de içte olmak üzere iki püf noktası vardır. Dışta olana ef'al, içte olana da sıfât denir. Ef'al ve sıfâtını iyileştiren kimse insan olmaya adaydır. Çünkü, artık yaptıklarından ve düşündüklerinden mutludur, razıdır. Onun için, tevhitte halkıyet açısından ef'al ve sıfât önemlidir. Bunlarda taalluk vardır ve bu taalluk sonucu cennet ve cehennem ortaya çıkar.
Ef'al ve sıfât da O'nun tarafından verilmiştir, ama bize de aidiyeti olduğundan: “Bir kısmı cennete bir kısmı cehenneme” <42-7> gidecek denmiştir. Diğer mertebelerse, zaten insanın değil, Allah'ındır. Onun için kelime-i tevhitte Lâ başa alınmıştır. Bu Lâ, gereği gibi zevk edilirse, başına Elif alır ve İllâ olur. İnsan Lâ'da tamamen boşalırsa, yerini latif olan doldurur. Neyde de böyle değil midir? Kamışın içi tamamen boşaltılmamış olursa yedi deliğinden ses çıkmaz. Bunu Mevlâna çok güzel anlatmıştır.
Tevhit öyle bir ilimdir ki, huyları da değiştirir, insanı da döndürür. Allah mana âleminden değiştirsin. Çünkü, mana, öteki âlemin; madde ise, bu âlemin malıdır. Bu âlemde alınanı dışarı vermeyip, saklamak mümkündür, ama insan ne kadar saklarsa saklasın, tüm sakladıkları öteki âlemde meydana çıkacaktır.
“İnsanın alacası içerde, hayvanın alacası ise dışardadır” diye bir söz vardır. Gerçekten de bizim alacamız içimizdedir ve görünmediği için ona mana deriz. Allah'ın settar ismi de setredilmiş olarak içimizde durmaktadır. O renksizdir, tıpkı güneş gibi tüm renkleri kendinde toplamış olduğu için renksiz görünür.
Tevhit, ahlak-ı hamideye dayanır. İnsan ne kadar temiz ve fedakâr olursa, o kadar çok öğrenir. Bu öğrenimi kelime-i tevhidin başındaki Lâ'ya dayanır. Bunun için zata kadar olan mertebeleri çok iyi zevk etmek gerekir. Gerisi kendiliğinden gelir. Oraya kadar iyi zevk etmiş olanlar, bilmedikleri halde, beka mertebelerinde yaşayıp, o mertebelerdeki konularda da sohbet edebilirler ki, bu durum bir şehirde yaşayıp, orayı bilmeden dolaşmak gibidir. Her yerine gidilir, ama gidilen yerin neresi olduğu bilinmez. Buraları bilebilmek için o şehri bilen birisinin gezene, şurası şudur, burası budur diye öğretmesi ve gezenin de o öğretilen yerleri hatırında tutabilmek için belirli işaret noktaları belirlemesi lazımdır. İşaret olarak belirlenen yerler, genelde yüksek yerlerdir. Bir yeri tam lokalize edebilmek için seçilen nirengi noktalarının, üç tane olması gerekir. Ancak, günümüzde bu da kısmen kolaylaşmıştır. Onun için bugün tevhit daha kolay öğrenilmektedir. Sizin bugünkü zevkinize varabilmek için eski insanlar otuz veya kırk yıl uğraşmak zorunda kalıyorlardı. Yunus Emre'nin kırk yıl dergâha odun taşıdığı bilinmektedir. Günümüz sürat devri olduğu halde, pek çok kimse gereken sabrı gösterememekte ve her şeyi bir anda öğrenmek istemektedir.
Tevhide göre, O'ndan başka bir şey yoktur. Şeytan ile Rahman arasındaki fark, mertebe farkıdır. İnsan yedi nefis mertebesini geçerse, kendi kendine edep giymiş ve Âdemiyet vasfını kazanmış olur. Âdemiyet vasfı kazanan da şeytanlıktan kurtulur.
Mutlakıyet tek cephede kalmamak demektir. Örneğin: Sigara ve rakı konusunda mutlakıyet; kâh içip, kâh içmeyebilmektir. Tevhitte mutlakıyet ise; kâh manaya, kâh maddeye yönelebilmek, ama manaya daha fazla ağırlık vermektir. Çünkü: “Her kim zerre kadar hayır işlemişse onu görecek” <99-7> tarafı manadır.
Madde, Allah'ın en alt âlemidir. En üst âlemleriyse nur, ruh, akıl ve kalemdir, çünkü bunlar ilk yaratılanlardır. İşte, zuhurun üstü ve altı...
Butûn tamamen yüksektir, ama onun da üst ve alt âlemleri vardır. Esma-yı Hüsna'nın da birbirine göre fark ü tefaddulleri (birbirinden farkı ve üstün tarafları) vardır.
Mertebelere tevhit açısından bakılırsa, yani bunlar gerçek yönüyle ele alınırsa, fenâ mertebeleri bile hatadır. Bunların ders olarak saliklere verilmesi gerekli olduğu için, yapılan bu hataya ses çıkarılmaz. Bir saliğin neyi vardır ki, onu Hakk'a verebilsin. Kulun bir ef'ali, bir sıfâtı veya bir varlığı mı vardır ki, onu Hakk'a verecektir? Hangi ef'al, hangi sıfat veya hangi varlık kula aittir? Hiç biri... Onun için bunları vermek, tövbe etmektir. Esasında tövbeden tövbe etmek gerekir. Çünkü, “Tövbe ettim” demek bile bir anlamda hatadır.
Tevhit ile askerliğin, bazı yönleriyle birbirine çok benzediğini biliyoruz. Askerlikte olduğu gibi, tevhitte de, herkesin davranışlarını bulunduğu mertebeye göre ayarlaması şarttır. “Hasenat-ül ebrar, seyyiat-ül mukarrebûn” denmesinin nedeni budur. Nasıl bir er kendine paşa süsü vermeye kalktığında hapsi boylarsa, ehl-i tevhidin de kendini olduğundan farklı göstermesi doğru değildir. Herkes yerini bilmelidir. Bu durum evde de, cemiyette de aynıdır.
Ehlullah'ın da üçler, beşler, yediler, kırklar ve üç yüzler diye mertebeleri vardır. Bunlardan bir kısmı kendi mertebesini bilir, bir kısmıysa bilmez. Çünkü, tevhidi gerçekte bilen Allah'tır. Ancak, bilenlerin de söylemediği bir gerçektir. Tevhit kadar zevkli bir felsefe yoktur. İslam felsefesi diğer tüm felsefelerin özü ve özetidir. İçli, dışlı kâinat felsefesi, İslam felsefesidir. Diğer felsefeler tekmillenmediği için eksiklikleri vardır ve münakaşalara açıktır. Onların kimi ikilemede, kimi üçlemede kalmıştır. İslam dördü birlediği için felsefeyi tekmillemiş, dengelemiş ve münakaşaya kapalı hale getirmiştir.
Tevhit için müzikteki notaları misal vermiş ve birlik bir nota ile dörtlük nota arasında sadece zaman farkı olduğunu, yani birlik notanın ân, diğerlerinin zaman olarak algılanması gerektiğini anlatmıştık. Birlik notanın değerinin dört tane 1 Notadaki 4/4 lük tabiri, bir yılın dört mevsimden oluşması gibidir. Bu dört mevsimin ikisi bahardır (Rebidir). Bunlardan biri sevinçli bahar (Rebi-ül evvel, veya ilkbahar) diğeri hüzünlü bahar (Rebi-ül ahir veya sonbahar) dır. İlk baharda ruh doğuşat yapıp, yeni bir şeyler görmeye hazırlandığı halde, sonbaharda soyunup, dünya saltanatından uzaklaşmaya, kışa hazırlanmaya başlar. “Kışın ayrı bir sefası vardır” derler. Doğuş ve gelişimi gönlünde muhafaza edebilenler için öyledir. Çünkü, bahar gelince o gönüldekiler dışarı çıkacaktır. Dünyanın ve dünyaya gelenlerin gidip, gelmesi dediğimiz olay budur. Her dökülen yaprağın yerine baharda yenisi geldiği gibi, her giden ferdin yerine de bir yenisi gelmektedir. Burada dikkat edilecek husus, ağacın bir tane olmasıdır. Ağaç birdir. Dökülen yaprağının ömrü bitmiştir. Gidenin yerine gelen yaprak ise, giden değildir. Yani, yeni doğan, ölen değildir. Burada çok kimse şaşırmaktadır. Şaşırma nedenleri de; Allah'ın ilm-i ezelisini nakısa düşürmeleridir. Bunlar, işin bir başı olduğunu unutup, gidenin aynen geldiğini düşünerek hata yapmışlardır.
Allah, daima: “Yeni bir elbiseyle halk olunuştan kuşkudadırlar” <50-15> hükmünce yenisini meydana getirmekte ve gelene yeni elbise giydirmektedir. Allah'ın ilm-i ezelisinin önü ve sonu yoktur.
Gerçi biz de: “Bir noktanın çevrilmesiyle bir daire meydana getirilmiş olur” diyor ve bu şekilde bir sınır çizmiş gibi oluyoruz, ama bu hayali bir tahdittir. O'nun ihata-yı külliyesini başka türlü anlatmak mümkün olmadığı için, böyle anlatmak bir zorunluluk haline gelmektedir. İrade-i külliyesini, ancak Allah kendisi bilir. Kullarsa, bunu anlatabilmek için daireyi misal getirmek zorunda kalmışlardır. Allah'a ait bazı gerçekleri başka türlü anlatmak mümkün olmadığı için, Kur'an'da da bazı şeyler misallerle anlatılmıştır.