• Tevhidden Korkulur mu? 

Tevhitten korkulmaz, çünkü tevhit çok zevkli, çok neşelendiricidir. İnsanlar, asıl kendilerinden korkmaktadırlar. Allah, gafûrürrahim olduğu için, insanın: “Ben günahkârım” diye korkmaması gerekir. Çünkü, korkmakla bir şey kazanılmaz. İnsan, cesur olup, atılmalıdır. Nitekim, Mevlâna bu durumu anlatmak için: “Kâfir olsan da gel, tövbeni yüz defa bozmuş olsan da gel, putperest olsan da gel” diyerek insanları tevhide davet etmektedir.

Burada anlatılanları günümüzün zekâ düzeyi yüksek insanlarının anlaması kolaydır, ama tevhidin içinde yaşamak için, sadece onu bilmek kafi değildir. Biraz da gayret göstermek gerekir. İnsan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur” <53-39> âyet-i kerimesi bunu ifade etmektedir. Halk arasında da: “Dede himmet”, “Oğlum hizmet” şeklindeki kısa söyleşi, aynı şeyi ifade eder. İnsanlar, her istediklerinin hemen oluvermesini bekler, ama bu isteklerinin gerçekleşmesi için hiç bir gayret sarf etmezler. Biz burada ne kadar açıklarsak açıklayalım, bunları okuyanlar ne kadar öğrenirse öğrensin, uygulama olmadıkça bu bilgiler bir işe yaramayacaktır. Biz sadece “Şöyle yaparsan böyle olur” diye yol gösteririz. Okuyan, gereğini yapmazsa, sadece laf ezberlemiş olur. İş, ameldedir. Örneğin, ben istediğim kadar: “Ben saatçiyim” diyeyim. Önüme getirilen bozuk bir saati tamir edemezsem saatçi olmadığım meydana çıkar. Ama gerçekten çaba gösterip, saatçiliği öğrenmişsem, o zaman saati tamir eder ve saatçiliğimi ispatlarım.

İnsan için önemli olan Allah'la işini uydurabilmektir. Bunun yolu kişiden kişiye değişir. Kimi züht yolundan, kimi aşk yolundan, kimi safiyetinden, kimi fedakârlık yolundan, kimi cömertliğinden bu daireye dahil olur. Tevhit, bir portakalın dilimlerine benzer. Bu dilimlerin hepsi bir bütün içinde bulunur ve tümüne birden portakal denir. “Allah'a yol canlıların soluğu kadardır” sözü bunun delilidir. Önemli olan bir kapıdan içeri girebilmektir. Hangi kapıdan girilmiş olduğunun önemi yoktur.

Kâinattaki her şey yuvarlaktır. İşte kan hücrelerimiz, işte yıldız dediğimiz küreler... Bunların yuvarlak oluş nedeni de devamlı olarak dönmeleridir. Dönen her şey yuvarlaklaşır. Dönüş sebebiyse aşk-ı ilahidir. Bunun delili de Hiç bir şey yoktur ki tesbih etmesin=yüzmesin” <36-40> âyetidir.

Bir şiirimde:

“Her nefis kendi kitabın okuyup ikan eder
Ger yaman, ger yahşi olsa her sözü ilan eder
Nefsini arif olanlar şüphesiz Rabb'i bilir
Kim ki Rabb'i bildi ol dem nefsini kurban eder.
Her tecelli rütbe-i Rabb'den zuhuru bulmada
Cümle esma o sebepten durmayıp devran eder
İrcii emriyle tekrar Rabb'ine raci olur
Var gibi zahir olanı lahzada pinhan eder”

diyerek anlatmak istediğim durum budur. Burada, İkan: Yakınlık, Yahşi: Kolay, Yaman: Zor, Kurban: Yakınlaşmış, Kurbiyet: yakınlık anlamında olduğundan, var gibi görüneni (Dikkat edilirse “var” değil, hayalden ibaret olduğu için “var gibi” tabiri kullanılmıştır) bir anda gizleyiverir denmektedir. Önemli olan bu hayal âlemini gözden geçirmektir. Zaten hayal olmasa, biz yok oluveririz.

Aynı şiirin devamında:

“Kâmilin gönlünde devreyler bütün bu kâinat
Vâkıf-ı esrar olan arifleri hayran eder
Gâh celalî, gâh cemalî her zuhurat zevk için
Kim bu zevki etti idrak rahını âsan eder
Yok olup Kenzi Aziz'de var olunca Faniya
Ol ulu sultan-ı zişan ömrü cavidan eder”

denmektedir. Aynı şekilde tevhidi açıkça anlatan bir başka şiirimde:

“Vech-i pakinden nikabı kaldırınca dost heman
Iyd-i ekber oldu ol dem, çün göründü Hakk ayan”

denerek Nereye dönerseniz Allah'ın yüzü oradadır<2-115> âyetine atıfta bulunulmaktadır. Burada nikab: Örtü, varlık örtüsü, rida-yı Kibriya'dır. O kaldırılıverince insanın basiret gözü açılır ve fesemme vechullah zahir olur. Sonuç, Hakk'ın ayan ve ıyd-i ekber olmasıdır. Bu durumda artık oruç tutmak haramdır. Zira bayram olmuştur... Şiirin devamında:

“Hep mezahir nura gark oldu doğunca şems-i Hakk
Ebr-i zulmet zail oldu kalmadı bir şey nihan
Eyledik idrak hayal-i Hakk-ı Zat-ı mutlak'ı
Masdar-ı esrar-ı mana oldu kâmil bigüman”

denmekle, hayalin aslı olan Zat-ı Mutlak'ın idrak olunduğu ve mana sırlarının çıkış noktasının insan-ı kâmil olduğu anlatılmakta ve:

“Birdir ol; kesrette bin bir ad ile yad olsa da
Cümle esma eylemekte bir müsemmayı beyan”

denerek de, işin esası açıklanmaktadır. Buna göre Mevlâna'ydı, Abdülkadir Geylani'ydi, Yunus Emre'ydi diye bir şey yok, bir Allah ile bir derya vardır. Damlalar ayrıdır. Yani, mikrofondan söylenen birdir, ama aynı ses farklı hoparlörlerden duyulmaktadır. Çünkü, herkeste sadece O vardır ve O'ndan başkası yoktur.

“Nokta-yı mutlak ahadtir. Vahidiyet kesreti
Sanma müfred, ferd-i cami oldu şeksiz kâmilan
Kim ki mir'at-ı Muhammed'te görürse Rabbi'ni
Başına kondu saadet tacı oldu mutlu can
Dost Aziz Kenzi'yle oldun ten ile can Faniya
Daimi bayram içinde buldun ömr-ü cavidan”

diye devam eden bu şiirde de, kâmilleri birer fert olarak değil, cihanı kapsayan birer ferd-i cami olarak görmek gerektiğine ve tevhidi bulmanın insana verdiği zevke işaret edilmektedir.