• Tevhidin Oluşumu  

Kelime-i tevhitte: Lâ da vardır, İllâ da, ama bekada Lâ yok, sadece İllâ vardır. Burası, Lâ ile İllâ'nın arası, köprüsü, yahut karıştığı yerdir. Lâ kul, İllâ Allah, ilâhe ise kâinattır ve böyle olduğu için de bir zamanlar aşk tanrıları, harp tanrıları, bilmem ne tanrıları gibi bir sürü tanrı oluşturulmuş, ancak günümüzde artık ilahelik (Çok tanrılılık) devresi kapanmıştır.

Tevhit, Hazret-i İbrahim'le başlamıştır. Bu sebeple kendisi tevhidin babası sayılır. Hazret-i İbrahim'den evvel de tevhit vardı, ama gizliydi. Böyle olduğunu Peygamberimiz: “Ben Âdem'in hamurunda vardım” diyerek bildirmiştir. Yani, tevhit, Âdem'de de vardır, ama onun zekâ gelişimi bunu anlayamadığı için gizli kalmış, zekâ gelişimi İbrahim'de yeterli seviyeyi bulduğu için, meydana çıkmıştır. İbrahim, yıldızları, ayı, güneşi makbul tutmuş, ama her birinin battığını görünce: Ben batan şeyleri sevmem” <6-76> ve Ben yüzümü semaları ve arzı yaratana hanif olarak çevirdim ve ben müşriklerden değilim<6-79> diyerek, mutlaka her şeyi Yaratan'ı düşünmek lazım geldiğini, her şeyi O'nun yaptığını (Lâ faile illallah), tüm sıfatların O'nun olduğunu (Lâ mevsufe illallah) ve tüm bedenlerin sahibinin de Allah olduğunu (Lâ mevcude illallah) kabul ve idrak ederek, tenzihte bir Allah mevcudiyetini anlatmıştır.

Görünmez âlemde olanı tam manasıyla bilebilmek için şahadet âleminde O'nu bilmek, yani bu âlemde de Hakk'tan başka bir şey mevcut olmadığını idrak etmek gerekir. Şahadet âleminde görünenler Hakk'tan gayrı değildir, ama bunlar teşbih olduğu için gelip, gidicidirler. Tenzihteyse gelip, gitme olmaz. O, tek varlık, tek Hakk'tır. Teşbih âlemi, geliş gidişli olduğu için Allah'ın hayal âlemi veya gölgesi olarak anlaşılmalıdır. Kendini gösterdiğinde gölge ortaya çıkar, kendini çektiğinde ise kaybolur. Gölgenin meydana çıkmasına doğum, kaybolmasına ise ölüm denir. Bu sebeple işin aslını bilenler: “Gölgeye değil, asla tapın” derler. Burası çok dikkatli olunması gereken bir yerdir. Çünkü, bu noktada aldanıp; “Hepimiz Allah'mışız, bildik. Sen bana, ben sana taptım” dersek putperest oluruz. “Ben sana taparım, ama o taptığım sen değilsin, senin gönlündekidir, çünkü herkesin gönlündeki O'dur” dersek, o zaman gerçeği ifade etmiş oluruz. Hepimizde mevcut olan tek varlık O'dur. Bu beden dediğimiz görüntü ise, O'nun elbisesidir. Her birimizin bedeni o gerçek varlığın ayrı birer elbisesidir. Bu elbise bir hayaldir. O'nun vücudu değildir. Burayı çok iyi düşünmek ve anlamak gerekir.

Biz, o vücut elbisesinden kurtulur ve her şeyi Allah'a bırakıp, bekaya girersek, o zaman Hakk bizden istediği gibi işlemeye başlar. O'nun bu işleyişine peygamberlerde: “Mucize” velilerde ise: “Keramet” denir. Mucize ve kerametleri yapan hayal değil, o hayalden işleyen gerçek varlıktır. İşte: Attığın zaman sen atmadın<8-17> denen mesele budur. Bu nedenle hiç kimse kendini oldum sanmamalıdır. Kul, ancak: “Öldüm” diyebilir.

Şu anda biz biliyoruz ki, olmak için bir serencam geçirmek gerekir. O serencam gelir ve geçer. Orada daimi olarak kalınmaz, çünkü herkesin bu âlemde de ayrı bir görevi vardır.

Geçirilecek serencam için Allah'tan ümit kesilmez. Benim rahmetimden ümit kesmeyin” <39-53> dediği için istediği anda kendini gösteriverir. Bu hususta kadın, erkek ayırımı da yapmaz. Ne kadın evliyalar gelip, geçmiştir bu âlemden...